Digital Talks - Pazar Sohbeti

28 Haziran 2015

Hepinize merhaba. Bugün DigitalTalks Pazar Sohbetleri’nde Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın ile birlikteyiz.

Hocam merhaba, pazar günü sohbet davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
İyi pazarlar Ozan.

Eğitim çok geniş bir alan. Bugün sizinle daha çok dijitalleşme perspektifinden konuşmak ve değerli yorumlarınızı almak istiyorum. Uzun yıllardır akademik dünyanın içindesiniz. Şubat 2010’dan beri de Kadir Has Üniversitesi’nin rektörüsünüz. Dijitalleşme nereye taşıyor üniversiteyi? Nasıl bir değişimi yaşıyor üniversite dünyası?
Bu konunun iki boyutu var. Birinci boyutu, dijitalleşme bilgiye erişimi kolaylaştırarak, bir anlamda kaynak erişimi sıkıntılarını tamamen ortadan kaldırmasa bile, azaltıyor. Buna bağlı olarak da eğitim sistemleri ve üniversiteler de bilgi veren kurumlar olmanın ötesine geçerek, aslında hep odaklanmaları gereken öğrenmeyi öğretme hedefine daha çok yönelebiliyorlar. Dijitalleşmenin ikinci boyutu ise; yeni nesil öğrencilerin dijital dünya içinde yetişmeleri sonucu, farklı anlama, öğrenme ve ilgi yönleri ve araçları geliştirmiş olmaları. Bu tür öğrencilere ulaşmak ve onları ilgili tutmak için üniversitelerin ve eğitimcilerin de değişmeleri, dijital dünyanın araçlarını benimsemeleri ve kullanmaları gerekiyor. Aksi takdirde eskide kalma ve yeni nesil öğrencilere erişememe gibi bir sorunla karşılaşırlar ki, bu da aslında eğitim-öğretimin başarılı olmasını engeller.

Öte yandan, eğitimde 1980’lerden itibaren etkili olmaya başlayan dijitalleşme sürecinin bir çağ sıçraması olduğunu ve aslında insanlığın da bunun henüz başlarında olduğunu düşünüyorum. Dijitalleşmenin ortaya çıkarttığı siber alan, akademisyen-öğrenci-üniversite üçgeninin işleyişinde dramatik dönüşümler yaratmanın eşiğine gelmiş durumda. Bu bağlamda bilgi ve iletişim teknolojilerinin dönüştürücü etkilerinin akademisyen ve öğrencileri zaman-mekan sınırlarından kurtarıp, üniversite olgusunu fiziksel sınıf parametresinden bağımsızlaştırarak daha etkileşimli ve daha üretken bir kurum hale getirmesini öngörmek olası. Ancak bunun kolaylıkla hazmedilip, hemen aksiyona geçilebilecek bir dönüşüm olduğu yanılgısına düşmemek lazım. Önümüze sunulan yeniliklerin kimileri sorgusuz sualsiz bir dönüşümü dayatsa da, üniversitenin temel eğitim hedefi, geleneksel ve yeni arasında doğru bir noktada durmak ve bu ikisi arasında yaratıcı bir aklın senteziyle dijitalleşme, etkileşim ve zaman-mekan sınırsızlığı bağlamında bir ince ayar yaparak, akademisyen ve öğrenciye doğru eğitim modelini sunabilmektir.

Kadir Has Üniversitesi’ni bu değişimde nasıl konumlandırıyorsunuz? Üniversitede ne gibi çalışmaları hayata geçirip yeni dijital platformları ve teknolojileri kullanıyorsunuz?
Kadir Has Üniversitesi’ni bu değişimde Türkiye’nin lokomotif üniversiteleri arasında görüyorum. Türkiye’deki çok az üniversitede bulunan “Eğitim Teknolojileri Destek Birimi”miz sekiz yıldır hem öğrencilere hem de akademisyenlere dijital öğrenme ve öğretme noktasında destek oluyor.

Günümüzde dijital kaynakların önemine atfen, üniversitenin kütüphanesini 3 yıl önce Kadir Has Üniversitesi Bilgi Merkezi adıyla yeniden örgütledik ve kullanıcıların kaynaklara erişimini Bilgi Merkezi ötesine taşıyacak elektronik sistemleri devreye aldık. Bir taraftan Bilgi Merkezi bünyesindeki dijital kaynaklara erişim imkanını sürekli genişletiyoruz, diğer taraftan kullanıcılara farklı yöntemlerle yeni teknolojileri tecrübe etme imkanı sunuyoruz. Tüm bunları hem üniversitedeki Bilgi Merkezi mekanında hem de internet üzerinden kullanıcılarımızın bulundukları herhangi bir yerden sağlıyoruz.

Bunun yanı sıra, üniversitemizde dijital öğretmenin merkezindeki olmazsa olmazlarımızdan biri internet tabanlı bir eğitim-öğrenim yönetim sistemini (Blackboard) kullanıyoruz. Dersler için Bilgi Merkezi’nden sağlanan elektronik kaynaklar, ders vericinin hazırlayacağı diğer dijital ürünlerle birlikte bu sisteme entegre ediliyor. Böylece öğrenciler internet erişimleri olduğu her an dersin kaynaklarına ve bazı örneklerde sınıf ortamında yapılan dersin kayıtlarına ulaşabiliyorlar. Yine sistem üzerinden tartışma odaları, sınavlar, ödevler vb. alt eğitim unsurları oluşturulabiliyor. Böylece sınıf ve sınıf-dışı mekanı birleştiren hibrid bir eğitim modeli gelişiyor. Bunun en uç noktasında üniversite çapında verilen bazı kitle derslerini tamamen bu sistem üzerine aktardık ve bu derslerde sınıf kavramını tamamen ortadan kaldırdık.

Bir diğer örnek, Yeni Medya Bölümü öğrenci ve akademisyenlerinin 2 yıldır ortaklaşa yürüttükleri Mobil Ders uygulaması. Burada da fiziksel bir sınıfın tüm işlevselliğini bir tablet veya küçük bir akıllı telefon ekranına sığdırabilen bir deneyimin sınırlarını saptamaya çalışıyoruz. Bir taraftan buradan çıkan araştırma sonuçlarını akademik makalelere dönüşürken, diğer taraftan gelecekte yaygın olarak kullanılacağını düşündüğümüz bir eğitim metodunu tamamen özgün bir şekilde üniversitemizde geliştiriyoruz. Böylelikle üniversitenin 21. yüzyılda durması gereken noktayı, akademisyenlerin bu noktaya gelmeleri için hangi dönüşümleri içselleştirmeleri gerektiğini, yeni kuşak öğrencilerin eğitiminde hangi yeniliklerin olumlu sonuç verdiğini ve bunların mevcut uygulamaların hangileriyle harmanlanacağını analiz ediyor, deneyimliyor ve uygulamaya alıyoruz.

Coursera, edX gibi dijital eğitim kurumlarının geleceğini ve mevcut üniversitelere etkisini nasıl görüyorsunuz?
Coursera, edX, Udacity gibi MOOC (Massive Open Online Courses) herkese açık internet derslerinin öğrencileri ve akademisyenleri zaman ve mekandan bağımsızlaştırabildiği ve eğitimde basitlik, erişilebilirlik ve giderek fırsat eşitliği sağladığı bir gerçek. Bu eğitimlerin mevcut üniversite eğitimleri için tamamlayıcı nitelikleri ve özellikle yaşam boyu eğitim başlığı altında toplanabilecek bir kulvarda devrim yarattığını da söyleyebiliriz. Fakat üniversitemizdeki deneyimlemelerimizde gördüğümüz üzere, bu araçlar özellikle akademisyen-öğrenci etkileşimi açısından fiziksel sınıf eğitimi ile karşılaştırıldığında zayıf kalıyorlar. Bu eksiklik, öğrencinin üniversite eğitiminden başlıca beklentisi olan formasyon açısından sıkıntı yaratıyor. Zira üniversite sadece öğrenciye bilginin depolandığı pasif bir mekan değildir; çok daha önemli olarak bilgi-görgü üzerinden bir taraftan eğitmen-eğitilen arasında kişisel düzeyde, diğer taraftan eğitilenler arası gruplar düzeyinde etkileşimin yoğun yaşandığı ve bu etkileşim sonunda “öğrenme” olgusunun tamamlandığı canlı bir mekandır. Bu nedenle biz üniversitemizdeki Mobil Ders uygulamalarımıza dahi bu zayıflığı giderecek şekilde mutlaka canlı (yüz yüze) ders ve ofis saatleri ekleyerek, öğrenci-öğretici ve öğrencilerin kendi aralarındaki etkileşime imkan tanıyacak sosyal ve özel öğrenme ortamları tesis ediyoruz.

Türkiye’de üniversite sayısı bildiğim kadarı ile şu an 180’den fazla. Dijitalleşmenin etkisinin bu kadar derinden hissedildiği bir dünyada sizce altyapısını sağlamlaştırmadan hızla üniversite açmak ne kadar doğru? Bunun yerine dijital teknolojiler sayesinde uzaktan eğitim yaygınlaştırılamaz mı? Türkiye olarak bu noktada neyi doğru, neyi eksik yapıyoruz? Yorumlarınız nedir?
Prof. Dr. Mustafa AydınBiz dijitalleşmeyi fiziksel ile dijitali karşı karşıya getiren değil, onları harmanlayarak birbirilerini tamamlayacak şekilde konumlayan bir anlayışla ilerliyoruz. Evet, dijital teknolojiler üniversitenin bulunduğu kente gelme olanağı olmayan ya da maddi olanaksızlıklar içindeki öğrenciler için fırsat eşitliği adına vazgeçilmez olabilir; fakat üniversiteyi bir fiziksel öğretim, sosyalleşme, bilgi merkezi olarak gören ve bu eğitim biçimini temel alma azmindeki öğrenciler için de eğitim teknolojilerini tamamlayıcı olarak konumlamak mümkün. Burada üniversitenin yönetsel, akademisyenlerin de eğitsel görevi, her öğrencinin öğrenme anlayışına uygun olarak bunları harmanlamak olmalıdır. Örneğin; sınıfa gelerek ve öğretmenle yüz yüze konuşma ve soru sorarak öğrenen bir öğrenci, dersin canlı yayın kayıtlarını izleyerek bilgisini pekiştirebilir ve tabletindeki ders materyalini kullanabilir. Ama bunlar olmazsa, sadece uzaktan pasif şekilde dinlenecek ders kayıtlarıyla öğrenme modeli (Türkiye’deki açık öğretim modeli), tek başına kitap okuyarak öğrenmeden çok da farklı değil. Bu anlamda pek verimli olduğunu düşünmüyorum. Ben uzaktan eğitimin ancak yüz-yüze eğitimle harmanlandığında başarılı olacağına inanıyorum. Bir diğer ifadeyle eğitimin bir kısmının uzaktan, ama en az yarısının da mutlaka yüz yüze olacağı hibrit modeller daha başarılı olabilir. Tabii tüm bunlar, sağlam bir alt yapı hazırlığı yapmadan üniversite açma anlamına gelmiyor. Zayıf kaynaklarla (kütüphane, laboratuvar, atölye, öğretim üyesi vb.) açılan üniversiteler, faydadan ziyade “üniversite” kavramının içini boşaltan yapılara dönüşerek zarar veriyorlar.

Bilginin bu kadar çabuk yayıldığı ve bilgiye erişimin bu kadar kolaylaştığı bir çağda üniversite öğretim üyelerinin işi daha mı zor? Öğretim üyelerinin yeni nesil üniversite öğrencileri karşısında artık daha hazırlıklı olmaları ve kendilerini sürekli yenilemeleri mi gerekiyor? Bu noktadaki yorumlarınız nedir?
Aslında bu hep böyleydi. Dijitalleşme öncesi üniversitelerde de kendini sürekli yenileyen, kendi alanındaki yeni bilgi ve gelişmeleri hızla öğrenim ortamına taşıyan öğretim üyeleri öne çıkıyorlar ve başarı kazanıyorlardı. Bu anlamda eğitimin temel prensipleri açısından dijitalleşme önemli bir değişim getirmedi; yeni olan kullanılan ve kullanılabilecek araç ve yöntemlerin çeşitliliği. Tabii öğretim üyeleri açısından bunlara uyum, artık kendi alanlarındaki yeniliklere uyum kadar önemli hale geldi. Kendini güncel tutmak zorunda olan her öğretim üyesi, artık sadece kendi alanının gelişmelerini takip etmekle yetinemez; genel olarak eğitim teknolojilerinin gelişimini de takip etmek zorundadır. Ayrıca, bugünün dünyasında her an bilgiye erişebilen öğrencilerin karşısında öğretim elemanlarının eksik bilgiyle çıkma gibi bir durumları da olamaz. Her an son bilgiye sahip olmaları gerekiyor; aksi halde öğrencilerin meydan okumalarıyla karşılaşırlar.

Bu süreçleri yakından takip eden bir üniversite olarak, Kadir Has Üniversitesi’nde öğretim elemanlarımızın öğretmeye dair deneyimlerini birbirleri ile paylaşmaları ve birbirlerinin tecrübelerinden faydalanmaları için “Eğitimde Yenilikçi Yaklaşımlar Serisi” toplantıları düzenliyoruz. Ayrıca öğretim elemanlarımızın öğretmede teknolojiyi daha etkin kullanabilmeleri ve yeni teknolojilerden haberdar olabilmeleri için Eğitim Teknolojileri Destek Birimimiz tarafından belirli yöntem ve araçların anlatıldığı “Hap Eğitimler” düzenliyoruz. Son olarak “Peer-2-Peer” denilen, deneyimli öğretim elemanlarımızın daha genç arkadaşlarımızla tecrübelerini paylaştıkları çalıştaylar da düzenliyoruz.

Hocam, Twitter’ı aktif olarak kullandığınızı biliyorum @ProfDrMaydin adresinden sizi takip de ediyorum. Üniversite öğrencilerine de oldukça yakınsınız. Twitter’ı sevme nedeniz nedir? Başka hangi dijital kanallardan öğrencilerle iletişim halindesiniz? Facebook’taki sayfanızı üniversitenin kurumsal iletişim bölümü mü yönetiyor?
Gümünüz sosyal medya araçlarını büyük ölçüde üniversitedeki öğrencilerimizle, ama onların da ötesinde genel kamuoyu ile iletişim aracı olarak kullanmaya çalışıyorum. Bunlardan bir kısmını yapıları gereği (örneğin Google +, Instagram, Foursquare/Swarm) daha çok tek taraflı bilgi/tecrübe aktarımı için kullanıyorum. Facebook ve Twitter’ı ise daha etkileşimli bir şekilde kullanmaya çalışıyorum. Buralardaki sayfalarımı kendim yönetiyorum.

Paylaşımlarımı genel olarak üç gruba bölmek mümkün. Birinci grup, Kadir Has Üniversitesi ile ilgilenenlere (öğrenciler, mezunlar, potansiyel öğrenciler) yönelik olarak yaptığım daha çok üniversitemizle ilgili gelişmeleri içeren ve zaman zaman öğrenci sorularına cevap veren açıklamalardan oluşan paylaşımlar. İkinci grup ise, kendi akademik çalışma alanım olan uluslararası gelişmeler ve dış politika ilgili paylaşımlarım. Burada daha çok bu konulara ilgi duyan genel kamuoyu ile iletişim ve etkileşim halinde oluyoruz. Son olarak, ilgimi çeken sanat, siyaset, eğitim, çevre vb. konularda paylaşımlarım oluyor.

Twitter’da genel kamuoyundan ziyade öğrencilerle etkileşim içinde olmaktan daha memnunum. Zira bu mecrada kişiler yüz yüze olmadıkları için ve ülkemizde de tartışma üslubu konusunda genel bir zafiyet olduğu için, iletişimin düzeyi hızla düşebiliyor. Ayrıca 140 kelime sınırı siyaset, sanat, spor vb. konuların derinlemesine tartışılmasına imkan verecek bir alan değil. O zaman bu konular ancak yüzeysel olarak tartışılabilir. Yüzeysel tartışmalardan her ortamda kaçınan bir akademisyen olarak, aynı tutumumu bu mecrada da sürdürüyorum. Öğrencilerle temaslarımız ise genel olarak daha sıcak bir çerçevede ve belirli bir seviyede sürüyor; o nedenle benim için daha keyifli. Tabii orada da zaman zaman üniversite politikalarını Twitter üzerinden derinlemesine tartışmak isteyen arkadaşlarımız çıkabiliyor; ama o noktada kendilerine bunun imkansızlığını söyleyip, rektörlük ofisinden randevu alarak yüz yüze görüşmeye gelmelerini isteme imkanımız oluyor.

Üniversite öğretim görevlilerinin kapalı bir paylaşım ağı var mı kendi içinde kullandığınız? Akademideki bilgi paylaşımını nasıl kolaylaştırıyorsunuz?
Üniversitemizde bulunan öğrenim yönetim sistemi aynı zamanda kurum içi iletişim ve bilgi paylaşımı için de kullanılıyor. Öğretim elemanları öğrencileri ile de bu sistem sayesinde 7/24 etkileşim halinde olabiliyorlar. Bunun yanında Eğitim Teknolojileri Destek Birimi’nin sistem üzerinde tasarladığı “Innovative Teaching and Blackboard Essentials” platformunda yer alan tartışma alanı sayesinde de akademik personel kendi aralarında belirledikleri konuları tartşma imkanı buluyorlar. Son olarak, e-posta sistemimiz üzerinde de akademik personelin resmi konular dışındaki paylaşımlarını yapabildikleri ve gerekli gördüklerinde tartışma ortamı haline getirebildikleri bir grubumuz da var.

Türk gençlerinin teknoloji ile ilişkisini nasıl görüyorsunuz? Onlara tavsiyeniz ne olur?
Bu konuda Yeni Medya 1. sınıf öğrencilerinin Mobil Ders deneyimi sürecinde yaptığımız araştırmada, öğrencilerin tamamının özellikle mobil teknolojilere aşina olduğunu ve bunları derse uyarlamada son derece başarılı olduklarını gözlemledik. Burada en önemli gelişmeyi öğrenci-öğreten etkileşiminde görüyoruz. Klasik sınıf tabanlı bir eğitimde öğrenci-öğreten etkileşimi sadece ders/ofis saatleri ve çoğu zaman da haftada bir görüşmeyle sınırlıyken, mobil dersin “bilgilendirme” özellikli sosyal medya ortamı sayesinde öğrenci-öğreten etkileşiminde çok hızlı bir yanıt dönüş performansı elde ediliyor. Bu, öğrencinin derse ilgisini ve katılımını artırıyor. Yine sayılara bakarsak, aynı derste her bir öğrencinin dönem başına soru, görüş ve beğeni paylaşımı 28 gibi müthiş bir rakama ulaşmakta ki, bu süreklilik öğrencinin ödev, proje, vb. sorumluluklarını yerine getiriyor, motivasyonunu da artırıyor. Gençlerin burada dikkat etmeleri gereken en önemli husus, teknolojiyi bir amaç değil bir araç olarak konumlamaları ve kimi yönlerini sorgulayarak kullanmaları. Bir öğrencinin amacı, mesleğine en yüksek deneyim ve birikimle başlamak ise, bunu teknolojinin esiri olarak değil, ancak efendisi olacak bir felsefe ve yetkinlikle yapabilir.

Üniversitelerde şu anda öğrenim gören gençler internet, bilgisayar, mobil cihazlar gibi son teknolojilerin bulunduğu bir dünyaya doğmuş olan gençler. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da günlük yaşamlarının hemen her anında bu teknoloji ile iç içe yaşıyorlar. Sosyal medyayı yoğun olarak kullanıyorlar. Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir çağda, bilgi düzeylerini arttırırken seçici olmaları gerektiği çok açık. Doğru bilgiyi doğru yerden edinme yöntemlerini öğrenmeleri çok önemli; zira paylaşımın bu kadar kolaylaşmış olması, aynı zamanda yoğun bir bilgi kirliliğine de neden olabiliyor. O nedenle, her zaman olduğu gibi, erişilen bilginin doğruluğunun teyidi ve kullanılan bilginin kaynak gösterilerek aktarılması alışkanlıklarını mutlaka kazanmaları gerekiyor. Son olarak, teknolojiyi sadece tüketen bireyler olmaktan çıkıp, aynı zamanda teknolojideki gelişmelere talepleri ile yön veren bireyler haline gelmeleri gerekiyor. Kendilerinden önceki jenerasyondan farklı olarak, şu andaki gençliğin bunu yapacak beceri ile bilgi ve görgüleri var.

Hocam paylaşımlarınız ve değerli yorumlarınız için teşekkür ederim. Başka eklemek istediğiniz gibi konu var mı?
Yok. Bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. İyi pazarlar diliyorum.

Hocam çok verimli bir sohbet oldu. En kısa sürede bir araya tekrar gelmek dileği ile…

 

Bu ropörtaj 28.06.2015 tarihinde Digital Talks internet sitesinde yayımlanmıştır.