Haziran 2004’te İstanbul’da toplanacak olan NATO Devlet Başkanları Zirvesi, İttifakın yeni askeri-sivil yapılanması ile görev ve ilgi alanları konularında önemli tartışmalara tanık olacak. Kasım 2002’de Prag’da toplanan zirvesinde bugüne kadarki en büyük genişlemesine gidecek yolu açan İttifak, İstanbul’da 7 yeni üyesine “hoş geldin” derken, aynı zamanda İttifak dışında kalan ülke ve bölgelerle ilgili önemli kararlar alacak.
NATO’nun geleceğiyle ilgili tartışmalar aslında Soğuk Savaş’ın sona ermesinden beri devam ediyor. Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra artık NATO gibi bir “Soğuk Savaş” kalıntısına ihtiyaç kalmadığını iddia edenlere karşı İttifak kendisini yenileyip, ilgi alanlarını genişleterek karşılık verdi. Bugün NATO artık klasik bir askeri ittifak olmaktan çok, giderek siyasi yanı ağır basan bir “ortaklaşa güvenlik” örgütüne dönüşmüş durumda. Bu dönüşüm sırasında yaşanan tartışmalar Atlantik’in iki yakasındaki müttefikleri sıklıkla karşı karşıya getirerek, İttifakın kalıcılığını ve yıkılmazlığını, karşılaştığı ve karşılaşabileceği pek çok dış tehditten daha sert bir şekilde test etti.
Yaşanan tartışmalarda ABD sürekli olarak NATO’nun daha geniş alanda ve daha çok konuda sorumluluk alması gerektiğini söyler ve yeni silah sistemleri çerçevesinde İttifakın Avrupalı üyelerinin daha çok askeri harcama yapmaları gerektiğini vurgularken, özellikle kıta Avrupa’sındaki müttefikler büyük ölçüde savunma harcamalarını kısma ve İttifakın savunma bölgesini Kuzey Atlantik dışına taşırmama yönünde tavır aldılar. Yine de İttifak Barış İçinde Ortaklık (BİO), Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi, Akdeniz Diyalogu (NAD) gibi siyasi yanı ağır basan girişimlerle ilgi alanını genişletmekten geri kalmadı.
Bugün gelinen noktada BİO çerçevesinde başlatılan işbirliği büyük ölçüde başarıya ulaşmış ve BİO’nun eski Doğu Avrupalı ortakları artık NATO’nun yeni üyeleri haline gelmiş durumdalar. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde BİO’nun ağırlık alanının Kafkasya ve Orta Asya’ya doğru kaymasını beklemek şaşırtıcı olmayacaktır.
Öte yandan, NATO’nun Rusya ve Ukrayna’yla sürdürmekte olduğu özel işbirlikleri, Afganistan’da liderlik rolünü üstlenmesi, bu ülkede ABD liderliğinde gerçekleştirilen operasyonun ardından Orta Asya’da, yakın dönemdeki liderlik değişimlerinden sonra da Kafkasya’da büyük ölçüde istikrarlı (ve daha da önemlisi büyük ölçüde Batı yanlısı) bir siyasi yapıya gidilmesinden sonra, NATO’nun ve İttifakın etkili ortağı ABD’nin ilgisi hâlâ istikrara kavuşamamış-kavuşturulamamış Ortadoğu’ya dönmüş durumda. Bu nedenle İstanbul Zirvesi esas itibariyle İttifakın güneyine yönelik plan ve tekliflerin tartışılarak karara bağlanacağı yer olacak. Bu çerçevede, NAD girişiminin yeniden değerlendirilerek, yeni öneriler çerçevesinde alternatif bir yapılanmaya gidilmesi beklenmelidir.
Akdeniz Diyalogu, Soğuk Savaş’ın ardından NATO’nun İttifak dışı ülkelere yönelik “güvenlik işbirliği” girişiminin bir parçası olarak gündeme gelmişti. Esas itibariyle siyasi bir girişim olan Diyalogun temel hedefi, bir taraftan Diyalogun NATO-dışı üyelerinin güvenlik ihtiyaçlarını anlamaya çalışırken, diğer taraftan NATO’nun politika ve faaliyetlerinin İttifakın güneyinde daha iyi anlaşılmasını sağlamaktı. Kısaca, NATO’nun temel uğraşı 21. yüzyılda İttifak ile dışarıdaki ülkeler arasındaki “yanlış anlamalara” engel olmaktı. Bu çerçevede NAD, yapı ve içerik olarak gevşek bir birliktelik, kurumsal olmayan ikili bir etkileşim girişimi ve bütçesi olmayan bir uyumlaştırma projesiydi. Bu yapısıyla NAD’in örneğin BİO’nun ulaştığı başarıya ulaşması zaten beklenmiyordu; fakat gelinen noktanın NATO üyelerini tatmin etmekten çok uzak olduğu da açık.
Başlangıcından bugüne NAD sürekli olarak çeşitli kuruluş sınırlılıklarıyla uğraştı. Öncelikle, Avrupalı katılımcıların ilgileri uzun süre daha önemli gördükleri Balkanlardaki sorunlara odaklanmıştı. Ayrıca NATO ve Avrupa Birliği’nin doğu Avrupa’ya doğru genişlemeleri ve yapı değiştirmeleri de hemen tüm enerjilerini alıyordu. Son olarak, Ortadoğu Barış Süreci’nin başarısızlığı ile AB üyeleri ve ABD’nin İsrail-Filistin gerilimini çözmedeki başarısızlıkları (ya da isteksizlikleri) NAD’nun elle tutulur sonuçlar elde etmesine engel oldu. Özellikle Ortadoğu konusundaki farklı yaklaşımlar NAD’nu fiili olarak hareketsizleştirdi.
Öte yandan, NATO’nun NAD çerçevesinde teklif ettiği çeşitli pratik işbirliği girişimlerinde de temelde yukarıda belirtilen şüphe nedeniyle fazla bir ilerleme kaydedilemedi. Ayrıca, faaliyetlerin katılacak ülkelerin kendi bütçelerinden finanse edilecek olması da yakın döneme kadar önemli bir engeldi. Son yıllarda bazı NATO üyeleri çeşitli işbirliği girişimlerinde kullanılmak üzere fonlar oluşturdular, fakat bunlar da yetersiz kaldı. Diyalogun hemen tüm güney ortaklarının geçmişte Avrupalı ortaklarla yaşamış oldukları koloni tecrübeleri de bu ülkelerin çeşitli NATO projelerine şüpheyle yaklaşmalarına neden oldu.
Ayrıca, zamanla Kuzey’le Güney arasında işbirliğinin çerçevesi ve yapısı konularında da ciddi farklılıklar olduğu anlaşıldı. Farklı tehdit algılamaları, bölgesel sorunlarla ilgili farklı öncelikler ve özellikle de kitle imha silahları konusundaki farklı tavırlar ortak işbirliği projeleri bulmayı zorlaştırdı. NATO’nun öncelikle ilgilendiği konular silahların yayılmasının önlenmesi, terörizm karşıtı mücadele, barışı koruma operasyonları ve insani yardım faaliyetleri iken, Güneyli üyelerin ilgisi göç, çevresel sorunlar, kültürel emperyalizm tehdidi, ekonomik sıkıntılar ve Arap-İsrail anlaşmazlığına odaklanmıştı. Bu ortamda NAD karşılaştığı öncelik sorununu bir türlü aşamadı. Diyalogun NATO kanadı önceliği taraflar arasında siyasi anlayış birlikteliği, güven oluşturma ve bilgi değişimine dayanan “yapıcı işbirliği” modeline verir ve bölge içi anlaşmazlıkların çözümünü ikinci plana atarken, Akdeniz’in güneyindeki Arap üyelerse Arap-İsrail çatışması çözümlenmedikçe siyasi yakınlaşmanın mümkün olmadığını ileri sürerek, NAD’nun Batılı ülkelerin temelde İsrail’le Arapları çeşitli siyasi platformlarda biraya getirme çabalarının sonucu olduğuna inandılar. Bu temel anlayış farklılığı da Akdeniz’in iki yakası arasında yapıcı düşünce ve işbirliğini imkansız kıldı.
Benzer şekilde, Diyalogun özellikle Arap üyeleri NATO’yu hâlâ, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin güvenlik ihtiyaçlarını Kuzey’in çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışan bir Soğuk Savaş askeri yapılanması olarak görüyorlar. Arap ülkeleri özellikle NATO’nun ulusal egemenliklerine etkisi, alan dışı operasyon faaliyetleri ve Diyalog çerçevesindeki tek taraflı karar verme mekanizmasından rahatsızlık duyuyorlar. Ayrıca, Arap kamuoylarının NATO’yu genel olarak ABD’yle eşit görmeleri de önemli bir güven sorununa yol açıyor. Ne zaman ABD’nin herhangi bir politikasına karşı Arap kamuoylarında tepki oluşsa, bu derhal Arap hükümetlerinin NATO’ya yaklaşımına da yansıyor. Bu çerçevede, özellikle ABD’nin İsrail’e verdiği sorgusuz destek Arap kamuoylarının ve sıklıkla yönetimlerinin NATO’ya tepki göstermelerine neden oluyor.
Bu sorunlara karşılık ne yapılabileceği aslında uzun zamandır NATO çevrelerinde tartışılan bir konuydu. Fakat, Türk kamuoyunun ilgisinin konuya odaklanması ABD’nin “Büyük Ortadoğu” projesinin yeniden gündeme gelmesiyle oldu. Aslında, NATO içerisinde NAD’nun geleceği için tartışılan alternatifler arasından “Büyük Ortadoğu” kavramına doğrudan bir atıf yok; fakat ABD’nin baskısıyla bu konunun da İstanbul’da NAD tartışmaları çerçevesinde ele alınacağı artık kesin. NATO içerisinde Akdeniz Diyalogu çerçevesinde gündeme gelen alternatifler, 1) Başarısız olduğunu kabul ederek sona erdirmek; 2) Mevcut üyelerle işbirliğini derinleştirecek önlemler almak; 3) Yeni üyelerle genişlemek; 4) NAD’nu “diyalog” modelinin çalışmıyor olmasından ve BİO’daki “ortaklık” modelinin başarısından hareketle NATO Akdeniz Ortaklığı’na dönüştürmek. Bu alternatifler arasında orta yol bulma çabası ve Büyük Ortadoğu kavramı konusunda ABD’yle NATO’nun Avrupalı müttefikleri arasında çıkması beklenen gerilimi uyumlu bir sonuca ulaştırma çabası, Türkiye’nin de destek vereceği anlaşılan İngiltere’nin İstanbul İşbirliği Girişimi önerisinde gündeme geliyor.
NATO Zirvesi’nde liderlerin hangi alternatife yönelecekleri henüz belli değil; fakat her halükarda eğer NATO önümüzdeki yıllarda BİO’yle kuzey ve doğuda elde ettiği istikrar ve işbirliğini güneyde de tekrarlamak ve Akdeniz’in iki farklı dünyanın çatışma merkezi olmasına engel olmak istiyorsa, bazı hususlara dikkat etmesi gerekiyor.
Öncelikle, NATO Diyalog ortaklarıyla daha fazla karşılıklılık, daha geniş ve tekrarlanan güvenceler ile karşılıklı saygı temelinde bir işbirliği modeli geliştirmeye daha çok entelektüel, siyasi ve finansal yatırım yapmak zorunda. Bu çerçevede NATO, ABD’nin “Büyük Ortadoğu” projesinin önerdiği gibi daha fazla ülkeyi Diyaloga dahil etmeye çalışmaktansa, daha yakın işbirliği arzusunda olan ülkelerle ilgilendikleri konularda ikili işbirliğini derinleştirmeye ve genişletmeye çalışmalıdır. BİO’da olduğu gibi, ortakların istedikleri konularda istedikleri oranda işbirliği yapmalarına (self-differentiation) olanak tanınmalı; belirli alanlarda derinlemesine işbirliği çeşitli ödüllendirme yöntemleriyle özendirilmelidir.
NAD’nu daha iyi çalışır hale getirmek için gerekli olan en önemli şey NATO üyelerinin Akdeniz-Ortadoğu önceliklerinin uyumlaştırılması ve aralarındaki farklılıkların giderilmesidir. Özellikle ABD’yle İttifakın Avrupalı üyeleri arasındaki NATO’nun varlık nedeni ve yeni uluslararası sitemdeki yeri konusundaki fikir ayrılıklarının giderilmesi gerekiyor. ABD, NATO’nun ilgi ve daha da önemlisi operasyon alanını Büyük Ortadoğu’yu kapsayacak şekilde genişletmesini isterken, özellikle Kuzey Avrupalı müttefikler ne bu iş için gerekecek daha fazla askeri harcamayı yapmak ne de yakın coğrafyalarının ötesine asker gönderme ya da para ve zaman harcama yükümlülüğü altına girmek istiyorlar.
Eğer NATO Akdeniz Diyalogu’nun başarılı olmasını istiyorsa, her halükarda bu iş için daha fazla para ayırmak zorunda kalacaktır. Sadece diplomatik düzeydeki çabalarla bölgede bir güven artırıcı işbirliği modeli geliştirmek mümkün değildir. Şu andaki, ortakların katılacakları faaliyetleri kendi kaynaklarından karşılamaları modelinin çalışmadığı da açıktır.
Arap-İsrail çatışmasının çözümünde ilerleme sağlamadan, Akdeniz Diyalogu’nun ya da onun yerine oluşturulacak herhangi bir işbirliği modelinin bölgede başarılı olma şansı olmayacaktır. Benzer şekilde, Arap dünyasındaki yöneticiler Batı’nın siyasi-ekonomik reform arayışları ve demokratikleşme arzularına karşılık vermedikçe, Diyalog’un işbirliği ve iletişime dayalı güvenlik modeli çalışmayacaktır. Kuzeyli ortaklar bölgenin en önemli güvenlik sorunu olan Arap-İsrail çatışması konusunda daha yapıcı, güneyli ortaklar ise reformlar konusunda daha ciddi olmadıkça, bölgede “güvenlik toplumu” oluşturmak bir hayal olarak kalacaktır.
Son olarak, güneyli ortakların kendilerini ilgilendiren konularda mümkün olduğunca NATO karar verme sürecine dahil edilmeleri gerekmektedir. NATO’nun güneyli ortaklarını dışlayarak onlar hakkında karar alması “ortaklık” ilişkisinde kabul edilebilecek bir model değildir. Daha fazla karar vermeye dahil olmak, daha fazla işbirliği ve güvenlik konusunda sorumluluk üstlenmeyi de beraberinde getirecektir.
Öte yandan, tüm bunların İstanbul’da ABD ile diğer Müttefikler arasında çıkması muhtemel görüş ayrılıkları ve ABD’nin NATO’yu kendi çıkarları çerçevesinde Afganistan ve Irak gibi sorunlu bölgelerde destekleyici rolde kullanma arzusu nedeniyle bir sonuca bağlanamaması riski de mevcut. Tabii bu tür bir ayrılığın NATO’nun geleceğini sorgulamaya açma ihtimali olduğu da unutulmamalıdır.
O nedenle, ilgili taraflar için NATO’nun önemi ve riskin büyüklüğü dikkate alındığında, daha önce de çeşitli kereler olduğu gibi, NATO üyelerinin İstanbul’da çeşitli alternatifler ve fikir ayrılıkları arasında bir orta yol bulacakları tahmin edilebilir.
Tüm bunlarda Türkiye’nin yeri ve rolünün ne olacağı ise ülkenin yoğun dış ve iç politika gündemi içerisinde kendisine fazla yer bulamıyor. Yer bulduğunda ise ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin ne olduğu, ABD’nin bu çerçevede Türkiye’den neler talep edebileceği ve ABD’yle işbirliği yapılması ya da yapılmamasının alternatif maliyetleri tartışmayı farklı bir alana taşıyor. Halbuki, Türkiye önemli bir Akdeniz ülkesi; yıllar boyunca NATO’nun temel ilgi alanının merkezde olmasından şikayet ederek, güney kanadı öne çıkartmaya çalışmış bir ülke; özellikle Doğu Akdeniz’deki güvenlik sorunlarından birinci derecede etkilenen bir ülke; NATO’nun kurumsal olarak dahil olmayacağı ABD’nin (büyük) Ortadoğu’ya yönelik projelerinde ABD’yle ikili işbirliği çerçevesinde yalnız kalması ve arzulamadığı ortaklıklara sürüklenmesi muhtemel bir ülke; alınacak kararlarda söz hakkının ve ABD’yi dengeleyebilecek ortaklarının bulunacağı NATO çerçevesindeki bir oluşumda ise stratejik önemini bir kere daha vurgulayabilecek ve gerektiğinde bu oluşumu kendi avantajına kullanabilecek bir ülke. Tüm bu özelliklere sahip olmasına rağmen Türkiye, maalesef iç siyasi şartlanmalar ve bir türlü aşılamayan dogmalar nedeniyle marjinal konuları sonu gelmez tartışmalarda ele almaya ve her zamanki gibi tek başına önleyemeyeceği süreçleri kendi lehine çevirme yollarını aramaktansa, sürecin olumlu/olumsuz yönlerini tartışmaya devam ediyor. Kısaca, Türkiye yine mum yakmak yerine, karanlığa kızmayı seçiyor.
*Bu yazı PANORAMA Dergisi'nin Nisan 2004/3. sayısında yayımlanmıştır.